GÜNAYDIN Değerli Okurlar,
Millî Mücadele’ nin önderi, Türkiye Cumhuriyeti’ nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ ün din konusuna yaklaşımı, elbette yurt dışındaki yabancıların da dikkatini çekmiştir. Bir İslâm ağırlıklı toplumdan, lâik bir topluma geçiş, elbette dikkati çeker. ele bu toplum Orta Doğu’ da olursa… Asya ile Avrupa’ nın geçiş noktasında bulunursa…
İngiliz tarihçi Lewis Geoffrey, Modern Türkiye adlı eserinde “…Mustafa Kemal’in amacı, Batı dünyasının uygar ülkeleri arasında yerini alacak şekilde, Türkiye’yi modern bir devlet yapmaktı…” demektedir.
Diğer taraftan 10 Kasım 1942 tarihli konuşmasında Loraine, Atatürk’ün din-karşıtı olmadığını, onun sadece dinin ve hurafelerin politik hayatta etkili olmasına karşı olduğunu vurgulamıştır.
Loraine’ye göre, “Devrimlerini gerçekleştirirken Atatürk’ün başlıca sorun olarak gördüğü iki mesele vardı. Birincisi kadınları özgürleştirmek ve onları sınırlamasız bütün meslek dallarında kariyer yapma imkânı sağlamak; ikincisi ülkeyi laikleştirmek ve bütün dinlerin ülkede eşit haklara sahip olmasını sağlamaktı...”
Alman bilim adamı, tarihçi, Türkolog Prof. Dr. Gotthard Jaeschke (1894-1983), “Yeni Türkiye’ de İslâmlık” adlı eserinde, Atatürk’ ün kendini “Müslüman” olduğu için mutlu saydığını, hatta birçok defa Hristiyanlığa karşı İslâmiyet’ i savunduğunu belirtmiştir. ( (T.C. MEB. Din Eğitimi Çalışma Grubu Raporu, Ankara, 6 Şubat 1981, s. 20)
Atatürk’ le din konusunda bizzat tartışmaya girmiş ve Atatürk’ ün İslâm dinini nasıl koruduğunu bizzat gözlemlemiş ABD Büyükelçisi, diplomat, hukukçu ve tarihçi Charles H. Sherrill ( 1867- 1936), şunları yazıyor:
“ Dini devletten ayırması dinsizlik değildi. Bunu, kutsal kitabı kendi dillerinde yayınlatarak, bir elle aldığını diğeri ile vererek kanıtladı. … Herkesin kendisi okuması için kutsal kitabın sayfalarını açtıysa, ona dinsiz demek haksızlık olmaz mı? Kesinlikle evet. Şüphesiz Gazi, bizim G. Washington’ umuz gibi dindar değil; ama kabul gerekir ki, basit bir tren kondüktörünün ve yüz binlerce basit Türk’ ün her günkü yaşamına Kur’an’ ı sokan adam, hiç şüphesiz saygıdeğer bir dinî ihtilâl yapmıştır.
Agnostik (Fizik ötesi şeylerin bilinemeyeceğine inanan) hatta din düşmanı diye suçlayanlara karşı, Gazi’ nin Allah’ a inandığını söylemeliyim, insanlığın bir Allah’ a sahip olma ihtiyacı ve hakkına; insanın Allah’ a şahsen bağlanma ihtiyaç ve hakkına inandığını da eklemeliyim. Ama bunun kalıplaşmış dualar aracılığıyla yapılacak bir şey olmadığına da inanıyor.” (Orhan Koloğlu, Gazi’ nin Çağında İslâm Dünyası, İstanbul, 1994, s. 297)
Fransız gazeteci ve deneme yazarı Robert de Beauplan (1882 - 1951) da, Atatürk’ ün din üzerinde baskı kurulmasına karşı olduğunu, vicdan özgürlüğünden yana olduğunu belirtiyor:
“ Atatürk hiçbir zaman dinin kendisini tazyik etmemiş ve vicdan hürriyetine daima riayet etmiştir. O, yalnız eskiden dinin her şeye hâkim olduğu bir ülkede, dini kendi alanına, yani ruhanî ve manevî alana nakletmiştir.” ( Sadi Borak, Atatürk ve Din, İstanbul, 1962., s. 88)
Yorgi Pasmasoğlu’ un ifadeleri de aynı yönde:
“… Kemal dinsiz değildir. Bende bıraktığı intibaa göre, ulûhiyet mefhumunu Voltaire’ nin anladığı şekilde kabul etmektedir. Dini, vicdani mesele olarak görmektedir. Kendisi, doğuştan dini tolerans sahibi olduğundan, vicdan hürriyetine hürmet etmektedir.” (Sadi Borak, Atatürk ve Din, İstanbul, 1962, s. 87)
Ünlü tarihçi Bernard Lewis, “Modern Türkiye’nin Doğuşu” adlı eserinde Atatürk’ün lâiklik anlayışı ile ilgili olarak şunları söylüyor.
“Kemalist din politikasının temeli lâiklikti, dinsizlik değildi. Amacı İslâmlığı yıkmak değil, onu devletten ayırmak-siyasal, toplumsal ve kültürel işlerde –dinin ve onun temsilcilerinin yetkisine son vermek ve bunu inanç ve ibadet konularına hasretmekti.” (Bernard Lewis, Modern Türkiye’ nin Doğuşu, Ankara, 1993, s. 408)
Atatürk, en son din olan İslâm’ ın, en mükemmel din olduğuna inanmaktadır. Atatürk’ e göre din doğal bir olgudur, dinsiz toplumların devamına imkân yoktur; ancak, din Allah ile kul arasındaki bağlılıktır!
***
BEN OKUDUM ATATÜRK TEFSİR ETTİ
Beykoz Camii imamı Hafız Hacı Osman Efendi, Atatürk'ün Beykoz'a gelişini ve kendisine sorduğu ilginç soruyu anlatıyor:
“ Büyük inkılapların birbirini takip ettiği günlerdi. Ben o zaman Beykoz Camii'nde imamlık yapıyordum. Sarıkların yalnız vazife başında sarılacağı bildirildiği için camiden çıkınca şapka giyiyorduk. Bir ikindi vakti iskelenin yanındaki kahvede oturuyordum. Bir an kahvenin önünde birkaç otomobil birden durdu. En önde duran otomobilden, o zamana kadar karşılaşmamış olduğum fakat görür görmez tanıdığım Atatürk çıktı. Sevincimden şaşkına dönmüştüm. Onun geldiği haberi o kadar çabuk yayılmıştı ki, bütün Beykozlular bir an içinde etrafını sardılar. Ben de kendimi toplayarak kalabalığın arasına karıştım. Atatürk, etrafına baktıktan ve halkı sükûnete davet ettikten sonra şöyle dedi;
-Beykoz imamı burada mı, gelsin de konuşalım.
Zaten tam karşısındaydım. Kalabalıktan ayrılarak ileriye çıktım ve şöyle dedim;
-Buyur Paşam, konuşalım.
Atatürk, sol avucunda duran üzümleri bana göstererek şöyle sordu:
-Hoca, bu helal de bunun suyu niçin haram, bize anlatsana?
Şaşırmıştım. Bu güç suale ben nereden cevap bulacaktım. Bir müddet düşündüm, aklıma bir şey gelmiyordu. Allah'tan imdat bekliyordum. Bir ara nasıl oldu bilmem, aklıma gelen bir cümle dudaklarımdan döküldü:
-Paşam, karın sana helal de kızın niçin haram?
Atatürk, bu sözümü işitince hafifçe gülümseyerek yüzüme baktı başını sallayarak şöyle dedi:
-Hoca, sen âlimsin, ben softaları arıyorum. Yarın saraya gel de seninle konuşalım..
Ertesi günü saraya gittim. Beni karşısına oturttu, saatlerce bana Kur'an'dan ayetler okutarak kendisi tefsir etti.
***
Gününüz aydınlık ve esenlik dolu olsun!
NE MUTLU TÜRK’ ÜM DİYENE!