Hani insan doğduğu beldeye yaptığı seyahatlerde hep anılara gönlünde bir kapı aralar. Bu bir refleksi davranıştır ve siz istemeseniz de bir pencere açılır ve geçmişinizden kesitler sunulur. Baktığınız bir ağaç, kayalıklar, akan çay, rastladığınız o göze sizi geçmişe götürmeye yeter de artar bile. Hani o şarkıda olduğu gibi. ‘’Baktığım her yerde izin duruyor…Bana herşey seni hatırlatıyor!’’
Ayrılıklar hüzünlü olur derler ya… Son günümde erken kalkıyorum, zira sabah kahvaltısına bir başka sofraya davetliyim. Evlerinin önünden geçerken birden aklıma gelmişti. Evet, sanırım üç yıl önceydi ve bu eve çağrılmıştım. Cemalettin abimiz böbrek kanserine yakalanmıştı ve iki yıl önce de benim hastaneme gelmişti. Bu sefer köydeki evlerine vardığımda bitkin halini görmüştüm ve artık tünelin çıkışına çok yakın olduğu izlenimi uyanmıştı bende. Şeklen bir muayene yapıyorum ve teselli edici ifadelerde de bulunuyorum.
Seyahat planımda bir başka beldeye ziyaret vardı ve beni yoldan döndürmüşlerdi. İzin isteyip çıkarken oğluna da bir göz işareti yapıyordum ve benimle çıkıyordu dışarıya. Zira o da anlamıştı bazı şeyleri sadece kendisine söyleyebileceğimi. Hani gözler yalan söylemez derler ya…
‘’Korkmaz’’ diyordum, ‘’boşuna yerinden oynatma babanı. Sanırım bir iki günlük ömrü var. Vicdanını rahatlatmak için hastane hastane dolaştırmasan iyi edersin!’’
Ve arabama atlayıp kırlara vuruyorum kendimi. Doğa rengarenk çiçeklerle adeta bir halıdan tarla…Akşam dönüyorum ve ertesi gün o acı haber geliyor: Vefat…Bunu niye anlatıyorum diyeceksiniz. İşte o aile o gönül borcunu ödemek için beni son gün kahvalyıya çağırdığında şu anlattığım sahneleri bana tekrar etmekteydiler. Mükellef bir kahvaltı sofrasında beni onore eden sözler utanmama da vesile oluyordu diyeceğim. Bir cicdan borcunu ödemişti o yıl…Mecburdum elbette…
Eşi ‘’senin o gün bize ettiğin iyiliklerin yanında bu kahvaltı nedir ki’’ derken bir yandan da gözyaşlarını silmekteydi.Gözüm balda ve ‘’göğ peynir’’deydi Göğ peynire yeşil peynir veya Kflü peynir de diyoruz. Bir yandan da saatime bakmaktaydım. Onlar ise ‘’hele biraz daha otur. Uçağın klakmasına daha çok var, yetişirsin’’ diyorlardı.
‘’Ben kalkayım, uçağın kalkmasına dört saat var. Aheste aheste gideceğim, yolcu yolunda gerek’’ diyordum. Hepsi arabama geliyor ve sarılarak vedalaşıyoruz.Konak sahibim Faruk uyarıyor: ‘’KIzılçubul yolu asfalt değil, dün yağan yağmurdan dolayı çamurludur. Ne olur ne olmaz sen öteki yolu, yani asfalt yolu kullan. En fazla bir saat fark eder, ama garantilidir’’ diyor ve onun sözüne uyup uzun olan asfalt yola doğru direksiyon kırıyorum.
Doğduğum beldedeki son evi de arkamda bıarktığımda bir tepeye varıyorum. Bir de güneşli hava var ki. Doğa ve çayırlıklar beni cezbediyor ve inip şöyle bir doyasıya bakıyorum etrafa ve kuş seslerini dinliyorum. ‘’Yavaş gidip etrafı seyredeyim’’ diyorum ve Şehitler beldesini de geçip yokuşu tırmanmaya başlıyorum. Zirvede şehitlik var. Bir levha: Rakım 2360…İnip bir süre etrafa bakıyorum ve yola devam…Çıkalı 1 saat olmuş. İleride sola yol ayrılıyor ve yoll güzergahının etrafındaki vadilerdeki çam ağaçları sanki bana göz kırpıyor. Bir çeşme görüyorum ve inip o soğuk sudan kana kana içiyorum.
Bir levha: Sarıilçe 30 km…O sırada dost Nevzat beni arıyor: ‘’Nerde kaldın? Bekliyorum, beraber yemek yiyelim ve sonra Serhatşehir’e hareket edersin!’’
‘’Nevzat’’ diyorum, ‘’otuz kilometre uzaktayım, geliyorum, arabayı kiraladığım şirketin önünde buluşalım!’’ Öyle de oluyor ve kucaklaşıyoruz.
‘’Haydi restorana gidiyoruz’’ diyor ve gidip döner ziyafeti çekiyoruz. Çocukluk anılarımızı da anlatmadan geçemiyoruz. Seneler önce rahmetli babası ta Sarıilçe’den bana gelmişti v prostat ameliyatı yapmıştım. Restoranda saatime bakıyorum…’’Nevzat ‘’ diyorum, ‘’kalksak iyi olur, zira uçuş saatim yaklaşmış!’’
Ve vedalaşıyouz. Arabama atlayıp Serhatşehir’e doğru direksiyon kırıyorum.
Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş!