GÜNAYDIN Değerli Okurlar,

Ahlâk, insanların gerek birbirlerine, gerekse topluma karşı ödevlerini belirleyen, neyin yapılması, neyin yapılmaması gerektiğini, neyin iyi, neyin faydalı ve hayata anlam kazandırıcı olduğunu gösterir.

Ahlâk, sağlıklı bir toplumsal hayat için bilincinde olunması ve uyulması gereken değerlerin, özetle insan davranışları ve bir arada yaşama kurallarının bütünüdür.

Türkçede “töre”, evrensel olarak da “etik” ve “moral” sözcükleriyle eş anlamlı olan ahlâk, esas olarak toplumsal bir içeriğe sahiptir.

Çağdaş değerler açısından ahlâk; adalet, insancıllık, toplumculuk, eşitlikçilik, hoşgörü, kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapmamak, vereceğimiz tepkilerde kendini ötekinin yerine koymak, farklılıklara saygı ve dürüstlüktür.

Bunların aksi olan düşünce ve davranışlar ise gayri- ahlâkîdir.

Ahlâkın temeli, insanlar arası ilişkilerde adalet ve farklılıklara saygıda belirlenir.

Sayın Erdoğan Aydın’ ın belirttiği gibi, “Bireysel, cinsel, sınıfsal, ulusal, inançsal, vb. her düzlemde eşitlik ve özgürlük yönelimi olmayan, aksine egemenlik ve sömürü ilişkilerini ‘meşru’ sayan, ‘kader’ kabul eden, bunlara karşı sabır telkin eden ve yasalarla onları kurumlaştıran her türden anlayış, hangi kutsal veya din dışı gerekçeyle örtülürse örtülsün öz itibariyle ahlâk dışıdır.” ( Erdoğan Aydın, İslâmiyet’ te Ahlâk ve Kadın, s.3)

Ahlâk, insanların bireysel veya toplumsal olarak izlemek zorunda kaldıkları davranışların farklı ortamlarda farklılıklar göstermesiyle gelişir.

Kendiliğinden oluşan ve kurumlaşan ahlâk normları, sosyo- ekonomik koşullarda değişime uğrar.

Ahlâkın, “değişmeyen kurallar bütünü olup, bunların da tanrısal kaynaklı” olduğunu ileri süren dinî iddianın, tarihsel gerçeklik karşısında hiçbir bilimsel değeri yoktur.

Gerçekte biliyoruz ki ahlâkî kurallar, değişen koşullara bağlı olarak farklı zaman ve toplumlarda farklı biçimlenmiş, ortak sorunlar karşısında pek çok değişim göstermiştir.

Özellikle kadın- erkek ilişkilerinden başlayarak bir sosyal kontrol ve işbölümü çerçevesinde oluşan ahlâk kuralları, zamanla değişen sosyo- ekonomik ilişkilere bağlı olarak kendi de değişir.

Ahlâk kuralları yazılı olmadığı için biçimsel bakımdan hukuktan farklı olmakla birlikte, gene de ahlâk ile hukukun örtüştüğü, hatta özdeşleştiği durumlar vardır.

Toplumun genel ahlâk görüşlerine ve toplumsal vicdana uygun düşmeyen hukuk düzenlemeleri, kendilerinden beklenen toplumsal işlevi yerine getiremeyeceğinden uzun ömürlü olamaz.

Ahlâk ve hukuk kuralları arasındaki özdeşlik kimi alanlarda çok belirgindir. Örneğin adam öldürme, hırsızlık, dolandırıcılık, rüşvet alma ve verme gibi ahlâkça kötü sayılan eylemler, hukuk kurallarının da yasakladığı ve suç sayarak yaptırıma bağladığı eylemlerdir.

Kimi durumlarda eylemde bulunmamak da ahlâk bakımından kötü sayıldığı gibi hukukun da yasakladığı bir eylem niteliğine bürünür.

Örneğin terk edilmiş, yardıma muhtaç bir çocuk bulan kişinin, onunla ilgilenmesi ahlâk açısından bir ödevdir ve bundan kaçınmak ahlâka aykırı sayılır; terkedilmiş küçük bir çocuğu bulup da yetkili kamu görevlilerine bildirmemek, birçok ülkenin ceza yasasında suç sayılmıştır.

Ahlâkın temel dayanağı, bireylerde geliştirilen ve kötü davranışla uyandırılan “utanma” duygusudur.

Ahlâka aykırı bir davranış “ayıp”, dine aykırı bir davranış ise “günah” olarak nitelenir.

Genel kabul gören bu anlayışa farklı yaklaşımlar da vardır. Örneğin (bir Uzak Doğu dini olan) Çandogyo dininde, öbür dünyada elde edilecek bir ödül kavramı yoktur; çünkü amaç bu dünyaya adalet ve barış getirmekle sınırlıdır. Öbür dünyaya yatırım yoktur.

Kısacası Çandogyo dininde yaşanan dünya önemlidir, öldükten sonrası değil! Dolayısıyla günah kavramı değil, ahlâklı olmak kavramı önemlidir.

Günümüz felsefesinde, ahlâkın niteliği toplum- birey ilişkileri çerçevesinde tartışma konusu olmayı sürdürmektedir.

Medyaya yansıyan güncel olayları izlerken, yukarıdaki satırları yazma gereği hissettim.

Gününüz aydınlık ve esenlik dolu olsun.