Geçtiğimiz hafta kutlanan Avrupa Hareketlilik Haftası, kentlerin ulaşım kültürünü yeniden düşünmesi için önemli bir fırsat sundu. Bu yıl ilimizde de bu kapsamda artısıyla eksisiyle bir deneme yapıldı. Kentimizin bazı merkezi caddeleri, araç trafiğine kapatılarak yayalara bırakıldı.

Bu uygulama, şehirde kısa süreliğine de olsa farklı bir atmosfer yarattı. Korna seslerinin yerini müzik sesleri, egzoz kokusunun yerini dükkan önlerinde içilen çay ve simit kokusu aldı. Yalovalılar, bu sessizliğin ve özgür alan hissinin tadını çıkardı. Bisiklet sürenler, yürüyüş yapanlar, sokakta rahatça gezinen çocuklar… Vatandaş penceresinden baktığınızda olumlu bir havayı görmemek elde değil.

Ancak madalyonun diğer yüzü olan, esnaf cephesinde biraz daha temkinli bir tablo var. Özellikle araç trafiğinin yoğun olduğu cadde üzerindeki işletmeler, “müşteri sirkülasyonunun azalmasından” endişeli. Kimisi “araç girişi olmadan satışlarımız düşüyor” derken kimisi “mal tedariğinde sorunlar yaşamaktan korkuyor” kimisi de “alışkanlıklar değişirse uzun vadede kazançlı çıkabiliriz” görüşünde. Yani değişimin doğasında olduğu gibi, kısa vadede bir belirsizlik hakim.

Dijital çağdayız kısa bir araştırma neticesinde bu uygulamanın Avrupa’daki örneklerine ulaşmak çokta zaman almıyor. Peki bu tür düzenlemeler uzun vadede şehir yaşamına ve ticarete katkı sağlıyor mu? Hem bu örnekleri sizlerle paylaşmak hem de bu uygulamanın nasıl yapılması gerektiği konusunda fikrimi belirtmek istiyorum.

İlk örnek Kopenhag, 1960’larda Strøget Caddesi araç trafiğine kapatıldığında, ilk başta büyük bir tepkiyle karşılaşılmış. Fakat zamanla yayalaştırılan bölge, kentin en canlı ticaret merkezi haline gelmiş. Barselona’da uygulanan “Superblock” modeliyle, mahalle içi trafiğin azaltılması hem hava kalitesini artırmış hem de küçük işletmelerin satışlarını yükseltmiş. Amsterdam ve Paris gibi şehirlerde ise sürdürülebilir ulaşım politikaları yıllardır kentsel dönüşümün merkezine yerleştirilerek hem çevreyi hem ekonomiyi kazanır hale gelmişler.

Bu örnekler bize trafiğe kapatılan her caddenin, aslında geleceğe açılan bir kapı olabileceğini gösteriyor. Yeter ki bu dönüşüm, planlı ve kademeli şekilde yürütülsün. Kaldırımlar genişletilsin, bisiklet yolları güvenli hale getirilsin, otopark alternatifleri sunulsun, esnaf da bu yeni düzene hazırlansın.

Kentimizde kısa süreliğine yapılan bu uygulama için bile yeterli planlamanın yapılmadığı kanaatindeyim. Birçok konuda olduğu gibi deneme yanılma yolu tercih edildi. Aldığım bilgilere göre esnaf ve onun temsilcileri olan odalar bu konuda yeterince bilgilendirilmeyerek sürece dahil edilmedi. Belediye sanki kendi çaldı kendi oynadı gibi bir hava oldu.

Yalova, doğasıyla, sahil bandıyla, yürünebilir bir şehir olma potansiyeliyle aslında bu dönüşüme en uygun kentlerden biri. Avrupa Hareketlilik Haftası’nın ardından yapılacak değerlendirmeler, şehrin gelecekteki ulaşım politikalarına ışık tutmalı. Bunu yaparken az önce söylediğim gibi başta Valilik olmak üzere YTSO, Esnaf Odaları Birliği ve altındaki meslek odaları, akademik odalar ve diğer STK’lar mutlaka süreç içerisinde yer almalı. Çevre yolu biran evvel tamamlanmalı. Yayalaştırma projesi için süreç başlatılarak öncelikle şehir içi trafik düzenlemesi yapılmalı. Minibüs güzergahları, toptan dağıtım araçlarının saatleri gibi konular titizlikle ele alınmalı ve ardından esnafa bu dönüşümle ilgili bir tarih verilmeli. Çünkü esnaflarımızda ona göre planlama içerisinde olacaklardır.

Yalova, Türkiye’nin en küçük yüzölçümüne sahip kenti. %60 orman. Dolayısıyla planlaması çok iyi yapılmalı. Bu planlama yapılırken de hem mevcut durumdakiler hem de ortaya çıkacak yeni düzende yer alacak kişiler asla mağdur edilmemelidir.

Peki sizce Yalova’da bu caddeler trafiğe kapatılmalı mı?