Yani insan bazen radikal düşünerek riskleri bir tarafa atar ve kaderci olur ya! Ben de o günün sabahında düşünce anlamında adeta ‘’uçlarda gezmekteydim.’’ Hava sabahleyin kapalıydı ve adeta hevesim de kursağımda kalmaya devam etmekteydi desem abartmamış olurum. Öyle ya bütün bir yıl boyunca o dağların, kayalıkların ve ormanların hayalini kuruyorsun, ama hava muhalefeti seni ve hapsediyor.

‘’Ya herro, ya merro’’ diyerek gölgelerin uzamaya başladığı bir vakitte arabama yürürken yağmur da çiselemekte… Direksiyona geçip bir ‘’adrenalin yükseltici yolculuğa doğru’’ yol almaya başlıyorum. O dik ve büklümlü yollardan zirveye doğru yol alırken yağmur da şiddetini artırıyor ve arabanın camında yukarıdan aşağıya akan minik nehircikleri seyrederek yol almaya devam ediyorum. ‘’Kaderde ne varsa o olur, ayılara yem olacak halim yok ya’’ diye de içimden geçiriyorum. Hayatta biraz da sıradışı yaşayarak, zamana yolculuk yaparak mutlu olmanın yollarını aramak gerektiğini düşünüyorum o an.

Elbette mutluluk göreceli bir kavramdır. Ben de bu ‘’kervan geçmez, kuş konar’’ zirvede daaaağların başında seyahat ederek zihnimi, ruhumu dinlendirmenin yolunu arıyorum elbette. Bakın ‘’kuş konar’2 diye boşuna dememişim, işte orada göklerin hakimi uçtu ve bir kayanın başına kondu. Muhteşem bir kartal! Seneler önce Oktay Sinanoğlu’nun bir kitabında okumuş olduğum o sahne aklıma geliyordu o an. Sinanoğlu Amerika’da bir hafta sonu asistanını da yanına alarak okyanusa yelken açıyor. Maksadı kafasını bir nebze de olsa boşaltmak… Ama evdeki hesap çarşıya uymuyor ve öyle bir fırtına kopuyor ki dev dalgalar bunların teknesini sürüklüyor. Bir sağa bir sola yalpalayan tekne su almaya başlıyor. Saatler sonra hava duruluyor ve rahat bir nefes alıyorlar. Ama bu bile hocayı mutlu etmeye yetiyor. ‘’Hoş bir anı olarak kaldı’’ diyor seneler sonra.

Ben de zirveye çıkınca rüzgar ve yağmur da şiddetini azaltıyor, ama gölgeler de uzamaya başlıyor. Diyorum ki ‘’güneşin batmasına yakın saatlerde yolculuk yapmaya alışığım zaten!’’

Hani derler ya ‘’bir günün beyliği de beyliktir!’’ Kıpti değeneğini havaya atmış ve düşene kadar beylik de bana yeter demiş ya…Benimki de o misal. Yağmur tamamen duruyor, hava açılıyor ve kayalıkların tepesinde arabamdan inip şöyle bir ‘’adrenalin yükseltici ‘’ gezintiye çıkayım diye geçiriyorum içimden. Ve yürüyorum kayalıkları takip ederek o şelaleye doğru, ama bir yaandan da tedbiri elden bırakmamaya gayret ediyorum. Zira bu mevsimde, ikibin üçyüz metrelik bu rakımda, bu dağ başında her an bir bozayıya ve yavrularına rastlamak mümkün. Çünkü üreme dönemine denk geldiği için bu saatte ayı palaklarını otlatmaya çıkarırmış. Görürsem tabana kuvvet diyerek arabaya koşarım. Ama kötü düşünceleri ve karamsarlığı, ümitsizliği kovmaya çalışıyorum zihnimden. ‘’Amma da Tırsak Taci oldum’’ diyerek kendime de gülmüyor değilim yani…

Ve o kayalığın başına varıp bir taşın üzerine oturuyorum ve şelalenin o sesini dinliyorum. Dağda tek başına bir maceraperest! Öyle bir dalmışım ki zamana yolculuğa… Biraz sonra hava kararmaya başlayınca korkmaya başlıyorum ne yalan söyleyeyim. Bir de bakıyorum ki arabam zor seçiliyor ve aramızda nerden baksan bir buçuk kilometre var. Korku dağları bekliyor sözü boşuna söylenmemiş. Etrafımı da kollayarak adımlarımı hızlandırmaya başlıyorum ve arabaya girince oh çekip derin bir nefes alıyorum haliyle.

Her çıkışın bir inişi vardır ya…Karanlık basıyor ve zirveden aşağıya direksiyon sallıyorum. Virajlar o kadar keskin ki yirmi kilometreyi geçemiyorum. Zira o uçurumdan aşağı düşsem en az sekiaz yüz metre yuvarlanırım ve her halde ‘’babamın kesesinden gitmem mukadder olur!’’

O karanlıkta virajlı yollardan aşağıya inerken direksiyon başında hatıralarım da gözümde canlanmıyor değil yani…’’Çarpık bacaklarıyla yardan bitme bir çocuk’’ olan ben bu yollarda tabana kuvvet yürürdüm de yürürdüm o zamanlar. Bakmayın kendimi böyle nitelendirmeme, sadece şaire atıfta bulunuyorum. Zira çarpık bacaklı da değildim, yardan bitme de değildim. Oldukça gürbüz bir çocuktum yani… hep derim ya gece vakti gördüğün her karartıyı yabani hayvan olarak algılar beyin. Ben de o dik yollardan inerken o taşlı yolda biraz hızlanayım derken arabanın oldukça hırpalandığını görüyorum. Zira bu bir kiralık araba. O söz aklıma geliyor ve yavaşlıyorum. ‘’Emanet eşeğin yuları gevşek olur!’’

O sırada telefonum çalıyor. İyiye işaret, bu dağ başında telefonun çekmesi beni oldukça sevindiriyor elbette. Arayan bir kadim dost… ‘’Hocam nasılsın? Bu saatte evdesindir sanırım. Tuvaleti mesken tuttum. Geçenlerde prostat ameliyatı için gün de vermiştin ya, keşke vazgeçmeseydim. Yarın polikliniğe geleyim de yeniden gün versen!’’

Gülme refleksim tetikleniyor…’’Şu anda nerdeyim biliyor musun!’’

‘’Evde değil misin!’’

‘’Bozayılar diyarındayım ve dağda tek başıma araba ile seyahat ediyorum!’’

‘’Nasıl yani?’’

‘’Yani bir seyahat!’’

‘’Aman kendine dikkat et! Ne zaman dönüyorsun?’’

‘’Üç gün sora, ama derler ya el eşeğine binen çabuk inermiş! Ne diye kahvehanedeki ordinaryüs profesörün sözüne kanıp ameliyattan vazgeçtin ki!’’

Gülüyor… ‘’Vallahi aynen öyle, fakat sen nerden biliyorsun bunu?’’

Bu defa ben gülüyorum…’’Kuşlarım haber verdi. Haber kaynaklarım zengindir zira!’’

Bir kahkaha tufanı…