Başımı kaşıyacak vaktim yoktu desem abartmamış olurum. Bekleyen o kadar hasta varken telefonuma bakıyorum, fakat cevap veremiyorum. Ama arayan birisi var ki... Evet, söz vermiştim bu Temmuz'da onunla tatile çıkmaya. Nereye mi? Daha sonra söyleyeceğim. Doğaya doğru, ormanlara, vadilere, kelebek ve sincap diyarına uğrayıp şehrin uğultusundan uzaklaşmaya ve ruhumu dinlendirmeye niyet etmiştim kıştan... Telefonum ısrarla çalınca cevap vermek zorundaydım. İçimden de şöyle diyordum: ''Biraz da kendim için yaşasam. Neden ayıp olsun ki hastalara... Benim de kendime göre bir dünyam yok mu? Konuşayım!'' Ve hastam karşımda otururken vücut dilimle ve yüz ifademle ondan izin isteyip telefonu açıyorum. Bizim Oğuz arıyor. İlkokul arkadaşım Oğuz. Karlıilçe'den arıyor.
''Kardeş, cevap vermeyince ameliyattasındır diye düşündüm bir an...!''
''Oğuz poliklinikteyim, başım kalabalık, öğle arasında arasam seni... Tamam, yarın uçakla geliyorum.'' Ve öğle arasında konuşuyoruz. Şair diyor ya... ''Asılıp duruyordum gökteki yıldızlara...'' Ben de şimdiden o asude ormandaki yıldızların atlında hissetmeye başlamıştım kendimi.
''Oğuz yarın sabah uçak kalkıyor, iki saat sonra Serhatşehir'de olurum.'' Onun da sesi titriyor: ''Hele şükür, senelerdir gelirim gelirim diyordun. Hayırlısı ile gel de sana biraz izzet ikramda bulunalım. Hasret gideririz!''
Gülüyorum... ''Sadece o orman yolculuğuna çıkar, ekmek üzüme de razıyım!'' O da gülüyor... ''Sen yeter ki kazasız belasız gel, elbet ikram edilecek birşeyimiz vardır!''
Uçakta hayal alemine dalmışım. Hostesin o kibar hitap tarzı ile başımı kaldırıyorum ve yemeğimi alıyorum. Şair diyor ya ''insan alemde hayal ettiği müddetçe yaşarmış.'' Kur gitsin hayali, para pul mu istiyorlar sanki! Hayal kurarken kontor harcamıyorsun ki...
O yüksek rakımlı ormanları görmeyeli yıllar olmuş. Biraz kafamı boşaltayım diyorum, şöyle gürültüden uzak, asude bir diyarın gizemli havasını teneffüs edeyim. Ve bu yolculukta türbulansa yakalanmadan inişe geçerken yıllar önce gördüğüm o şehire kuşbakışı bakıyorum. Yıllar öncenin açılımı şu: Lise öğrencisiyken görmüşüm bu şehri... Ve tekerlekler yere değiyor, inmeye başlıyoruz biraz sonra...Oğuz'a gelip beni almamasını söylemiştim. Nasıl olsa burası ile Karlıilçe arası kırk kilometre sanırım. Hatta o an şöyle düşünüyorum: ''Taksi ile gitmeyeyim, minibüs seferlerinin mevcut olduğu söylenmişti. Bir minibüse binip halkın birbirine hitap şeklini de duymak istiyorum. Belki yazımı zenginleştirecek yöresel özdeyişler ile de tebessüm etmiş olurum. Ve sorarak ilerideki minibüs durağına varıyorum. Bir genç çığırtkan gibi bağırıyor: ''Sarıgemiş'e, Sarıgemiş'e... Haydi kalkmak üzereyiz!'' Cebinden çıkardığı mendili ile de göğsündeki ve boynundaki teri silmekte. ''Ağabey Sarıgemiş'e mi?'' diye soruyor. ''Uzaktan duydum zaten, evet'' diyorum ve minibüse biniyorum. Üç koltuk daha dolunca yolculuk başlıyor.
Önümde oturan orta yaşlı iki yolcu koyu bir sohbete dalmış. Birisi ötekine soruyor: '' Bu sene tosun satabildin mi ay gomşu?'' Beriki başını sallıyor: ''Gardaş mal para etmiyor. Hele kasap, tosunu bedavaya almak istedi, insafsız adam. Benden ucuza kapıp kilosunu seksene satacak!'' Başka bir bayan muavine sesleniyor: ''Ay bala suyuın yok mu? Dilim damağım guruyuf!'' Bu yöresel konuşmaları duymayalı yıllar olmuş...
Şair diyor ya... ''Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...'' Köyleri geçerken benim gözlerimin önünden de kaz sürüleri geçmekteydi.
Ve Karlıilçe'ye vardığımda Oğuz beni karşılıyor. Siyah arazi arabasını görünce seviniyorum. ''Oğuz tam da hayalimdeki araba. İstihareye yatmadım ama... Bagajı da güzel.'' Bagajı gösteriyor... ''Bak zerzevat burada. Keçi kesip paketledim. Buzdolabı da var.'' Merakla soruyorum: ''Çadır da almışsındır sanırım.'' Omuzuma dokunup gülüyor... ''Ağacın altında açıkta yatacak değiliz ya... Bak iki çadır aldım. Bozayıların cirit attığı ormana gidiyoruz herhalde!'' Bir an korkmuyor değilim. ''Oğuz korkutma beni'' dediğimde bir şey gösteriyor. ''Merak etme, bütün tedbirleri aldım.''
Arabaya biniyoruz. ''Amcamın oğlu Sait'i de alacağız. Karnın aç değilse hemen yola çıkalım. Yolcu yolunda gerek. Seni hiç gitmediğin farklı bir yoldan götüreceğim Allahuekber Dağları'na.'' Sait'i de alıp yola revan oluyoruz. Yarım saatlik yolculuktan sonra ormana giriyoruz. Gözlerimin önünde uzanan ıssız vadiyi tırmanmaya başlıyoruz. Gerçekten farklı duygular içerisindeyim o an. Gizemli bir yol, bakir bir arazi...Sık bir ormandayız artık.