Şaka değil,aynen öyle, gözüm gökyüzünde… Zira bu geziyi aylar öncesinden planlamıştım ve niyetim bütün kayalıkları, ormanları ve şelaleyi doyasıya seyretmekti. Ama gel gör ki gökyüzünden bardaktan boşanırcasına yağmur gelince pencereden bu hayal kırıcı manzarayı seyretmekten başka çarem kalmamıştı. Hani derler ya ‘’uzak yeri urgan ile ölçme!’’ Ben de hava durumunu aylar öncesinden bir yoklayabilseydim belki de bu şekilde zamanlama hastası yapıp eve hapsolmazdım.

Ertesi gün evin önünden akan çayın sesiyle uyanmıştım ve gökyüzünü taramaktaydı gözlerim. ‘’İnşallah’’ diyordum, ‘’bugün yağmur yağmaz da arabaya atladığım gibi o virajlı yolardan safari yapar gibi zirveye çıkarım ve oradan da yaylaya giderim. O da ne! Sen misin gelin güveyi olan, şimşekler çakmaya başlıyordu ve öyle bir yağmur yağmaya başlıyordu ki! Adeta gök delinmişti. Sicim gibi yağmur derler ya!

Faruk da endişeli gözlerle izliyordu. ‘’Faruk’’ diyordum, ‘’sevdiğim bir söz vardır, onu söyleyeyim mi!’’

‘’Nasıl’’ diye sorarken tebessüm ediyordu.

‘’Hani derler ya yetim hırsızlığa çıkmış da ay akşamdan doğmuş. Bu da benim kara bahtım!’’

Beni teselli etmek için gülüyordu…’’Merak etme, biraz sonra güneş çıkar, ortalık biraz kuru ve çıkarız yola!’’

Hani ‘’umut fakirin ekmeğidir ‘’ derler ya…Gerçekten öğleden sonra bulutlar dağılıyordu ve gökyüzü masmavi hale geliyordu. Arabaya atladığımız gibi vadiye tırmanıyorduk. Her büklümde fotoğrafımı çekiyordu Faruk. Ve zirveye varıyorduk. Burası kırmıtlar dediğimiz doksan derece dik uzanan kayalıklar bölgesiydi ve kayalıkların oyuklarında kartallar yuva yapıyordu. Zirvede arabadan iniyoruz ve kayalıklara paralel yürüyerek öteki baştaki şelaleye ulaşmayı hedefliyoruz. Bu şelaleyi üstten görmeden buralara geldim diyemezdim. Ve yürüyoruz, ama bir yandan da tetikteyiz. Zira rehberim bu kayalıkların dibindeki ayı inini bana uzaktan göstermişti. ‘’Dikkat edelim, ayı palakları ile otlamaya çıktığında her an karşılaşabiliriz!’’ Zira bir gün önce de köylülerden birisi mantar toplamaya gittiğinde ayı ile karşı karşıya geldiğini ifade edince bende korku tavan yapmıştı. Şöyle anlatıyordu bana:

‘’Bir kuşburnu ağacının altındaydım. Birden homurdanmalar duydum. Başımı kaldırınca bir de ne göreyim, beş metre ötemde kocaman bir ayı arka ayakları üzerine dikili vaziyette ve bana bakıyordu. Kanım donmuştu. Öyle bir bağırışım vardı ki ayı korkup kaçmaya başlamıştı!’’

Neyse, şelaleye varıyoruz ve üstten izleyip arabaya dönmeye başlıyoruz. Hava da iyi sayılır. Yaylayı geçip çayırlıklara doğru seyrederken beşyüz metre ötede hayvan sürüsünü görüyoruz. Bizi gören iri yarı iki köpek bize doğru öyle bir geliyor ki! Diyorum ki buradan yaya olarak geçmeyi hayal bile edemiyorum, insanı parçalar bu çoban köpekleri. Ama şimdi hoşuma gidiyor bu manzara. Biri arabanın sağında, biri solunda öyle bir havlayarak takip ediyorlar ki bizi. Ben de onların saldırma refleksini tetiklemek için camı hafifçe açıp bağırıyorum ve hızları daha da artıyor. İşte sana bir eğlence, bir daha nerede rastlayacağım bunlara!

Ve tepeye varıp iniyoruz arabadan, ormanda yürüyoruz bir süre. Dönüyoruz ve ormanın kenarında büyükbaş hayvan sürüsünü görünce Faruk’tan rica ediyorum: ‘’Beni bir çeksene!’’ Birkaç poz alınca gözüm yukarıları tarıyor. Bir eşek ve iki çoban görüyorum…O anda endişe etmiyor da değilim…