GÜNAYDIN Değerli Okurlar,
Türk Devrimi’ nin özü din temeline dayanan bir monarşiden, halk egemenliği temeline dayanan bir cumhuriyete geçilmesidir.
Eskiden Osmanlı Devleti içinde “kul” olan,”teba” olan insanlar artık “vatandaş “ oluyorlardı.
Eğitim devrimi denildiği zaman anlamamız gereken, bu “teba” nın “vatandaş” yapılabilmesine yönelik olan tüm çalışmalardır.
Eğitim Atatürk için o denli önemliydi ki, Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ nin Dumlupınar’ daki kutlama töreninde kendisine sorulan, “Cumhurbaşkanı olmasaydınız ne olurdunuz?” sorusunu, ”Millî Eğitim’ in başına geçmek isterdim” diye yanıtlayabilmiştir.
Atatürk ve arkadaşları; yani Osmanlı asker- sivil bürokratları, bünyesi “Doğulu” olan bir devlet içinde “Batılı” kafa ve ülkülerle yetişmişlerdi.
Bu “Batılı” kavramını bölgesel ya da coğrafî anlamda değil, “Çağdaşlık” anlamında kullanmamız gerekir.
Kalkınmış “Batı” ya ulaşabilmek için Batı’ nın kültürel, sosyal ve siyasal kurum ve davranışlarını benimsemek gerektiğine inanmışlardı.
Bu kadro için eğitim, “ Doğulu” bünyeyi, “Batılı” yapmak demekti.
Çabalar bu amaca yönelikti.
Ulusal Kurtuluş Savaşı’ nın başladığı yıllarda durum hiç de parlak değildi. Halkın okuma yazma bilme oranı % 4’ ten azdı. Bir yanda medreseler, bir yanda askerî okullar, bir yanda yabancı okullar ve bir yanda da Maarif okulları tam bir karışıklık doğuruyordu.
3 Mart 1924’ te “Tevhid-i Tedrisat Kanunu” (Öğretimin Birliği Yasası) çıkarılarak MEDRESELER KAPATILDI ve geri kalan tüm okullar Millî Eğitim Bakanlığı’ na bağlandı.
Hızlı bir eğitim seferberliğine girişildi. Eldeki tüm olanaklar sonuna kadar kullanılarak, okul program ve örgütleri yeni görüşlere göre değiştirildi.
Yeni okullar açıldı. Bunların yanı sıra öğretmenler ve aydınlar halk için açılan “gece kurslarında” ve o günlerin “Muallim Birliklerinde” gönüllü olarak okuma yazma ve temel bilgiler öğretmeye başlandı.
1928’ de Arap Alfabesi’ nin bırakılarak yerine Lâtin temeline dayanan Türk Alfabesi’ nin alınması, eğitim seferberliğini hızlandırdı ve canlandırdı.
Eğitim seferberliği kısa sürede olumlu sonuç vermeye başladı.
Atatürk’ ün yetiştiği dönemin gençleri Batı’ nın “ulusçuluk” düşüncesinin derin etkisini duymuş, Osmanlı Devleti’ ne bağlı uluslar birer birer koparak kendi ulusal devletlerini oluştururken; yenilgiyle kapanan savaş alanlarında bunun acısını çekmiş, böyle bir duyguyu özlemişlerdi.
Dilinden “tarih” sözcüğünün düşmemesine karşın, tarihini bilmeyen bir “teba” yerine; onurlu bir geçmişe sahip mağrur cumhuriyetin “vatandaşları” yaratılmaya çalışıldı.
Atatürk’ ün öğretmenlere söylediği şu sözler unutulmamalıdır:
“Ulusumuzun temiz yaradılışı, sınırsız yetenekle doludur. Ne var ki bu doğuştan gelen yetenekleri, geliştirebilecek bilgilerle donatılmış yurttaşlar gerekir. Bu ödev de sizlere düşüyor.”
Konu üzerinde durmaya devam edeceğiz.
Günüz aydınlık ve esenlik dolu olsun.
NE MUTLU TÜRK’ ÜM DİYENE!