Yazıya böyle bir başlık bulurken tereddütlerim de olmadı değil yani... Hani tarzım değildir birisine çirkef demek... Düşündüm ki çok konuşan, kimseyi beğenmeyen, konuşurken de hep karşı dağlara bakan bir insanı, böyle bir karakteri tasvir etmek için böyle bir başlık uygun olacak.

O gün kalbi dostum Erman ile o kafede oturmuştuk ve koyu bir sohbete dalmıştık. Ben tam da neskafemi içerken Erman başını çevirip uzaklara bakıyordu ve bana kaş göz işareti yapıyordu. Ben de hani başımı yana sallayıp, kaşlarımı yukarı kaldırarak vücut dilimle soruyordum: ''Hayrola, bir şey mi var?'' O sırada Erman ''şöyle bir sağa baksana, seninki geliyor'' diyordu ve bakıyordum. Keyfim de kaçmamış değildi yani. Hani derler ya ''yılanın sevmediği ot, deliğinin ağzında bitermiş!'' Erman ''eyvah, yine bizi esir alacak bay çokbilmiş'' dediğinde düzeltme gereği duyuyordum... ''Yoksa bay azbilmiş mi desek!'' Omuzlarını silkiyordu çaresizce...

Elbette ''hoş geldin, buyur otur'' diyorduk.Bizim terbiye aanlayışımız da bunu gerektiriyordu. İçimden de ''herşeyden bahsetsin, ama şu ideolojik körlük penceresinden olayları değerlendirmeye başlarsa nasıl katlanacağım! Allah bize sabır versin!'' Çünkü arkadaş kendinden başka ''herşeye karşı...'' Bilmem ki gerçek adı yerine ne desem! Evet, şimdi aklıma geldi: Muhalif... Tam da oturdu bu isim...Bir de malıyla mülküyle övünmek gibi bir karaktere sahiptir bizim Muhalif... Adeta mal beyanında bulunur gibi başlıyor anlatmaya...Sanki sordum da! ''Orhangazi'de iki dairem var. İznik Gölü kenarında da kelepir bir tarla düştü. Bakalım, mirasçısı da çok ya...Adam ölmüş, iki çocukla kalan kadın zor bir durumdaymış, o yüzden satıyor.''

Yutkunuyorum... ''Yani yetim malı demek istiyorsun!''

Bir an susuyor...''Ben alıcıyım, işin o tarafını bilemem!''

Biraz sonra söz dönüp dolaşıp İstanbul'a geliyor. Muhalif demez mi ''İstanbul'u Rumlardan gasp etmişiz resmen. Aslında Yunan haklı hak iddia etmekte!'' Buz gibi bir hava esiyor o anda...Erman dayanamıyor... ''Arkadaş sen kimden yanasın! Türkiye'den mi yanasın, Yunanistan'dan mı yanasın?'' Göz ediyorum Erman'a. Ben bu insanı öteden beri tanıdığım için ciddiye bile almıyorum. Zaten hep şunu söylerdi: ''Ben dünya vatandaşıyım!'' Ne demekse! Ben de içimden şöyle derdim: ''İyi, iyi, bu ülkenin vatandaşı olmaya zaten layık değilsin ki!'' Aidiyet duygusunu kaybetmiş böyle insanlara sadece acırım ve ciddiye bile almam. Zavallı birisi olarak görürüm onu...Neyse... Toplumun kutsallarına da bir sürü ileri geri laf ettikten sonra ayrılıyor. Ermana dönüyorum... ''Adamı fazla ciddiye aldın. Ruhen tükenmiş ve zavallılaşmış birisi. Bunun özgül ağırlığı nedir ki!''

'Nasıl yani!''

''Kardeş bu kişi cürmü kadar yer yakar. Baksana yürürken de yalpalıyordu!''

'Adama saydıracaktım da sen kaş göz işareti yapıp beni frenledin biliyor musun'' diyor Erman. O sırada aklıma geliyor. Tarihin en büyük katliamını Mora'da yapan bu Yunan'dan haberi yok bu zavallının. Kadın, çocuk demeden binlerce masum Türk'ü katlettiklerinden bile haberi yoktur bu canlının... Takılıyorum...''Galiba Muhalif kardeşin evinde hiç ayna yok!''

'Nasıl yani?''

''Canım gayet basit, aynaya baksa önce kendinden başlar birşeyleri düzeltmeye!''

Gülüyor... ''Amma da ince esprilerin var!''

''Erman o sözü bilirsin, tam da böyleleri için söylenmiştir!''

'Hangi söz?''

''Çirkefe taş atma, üstüne sıçrar demiş büyüklerimiz!''

Erman bilge bir arkadaşımızdır. ''Bak'' diyor, ''sana bir şey söyleyeyim mi, kalbin en büyük düşmanı hasettir, kıskançlıktır. Hayatta bir eser ortaya koyamamış insanlar habire başkalarına kara çalar. Adam kapasitesizliğini nasıl kapatacak ki!''

'Haklısın'' diyorum, ''sosyal medyadaki o seviyesiz algı operasyonlarını görmüyor musun! Serkeş bir hayat süren zavallılar toplumu güya yönlendirmeye çalışıyor. Adam kendini düzeltememiş, bir de kalkıp ahkam kesiyor!''

Ruhen tükenmiş adamları yok saymak en güzelidir diye düşünürüm hep. Seneler önce bir meslektaşımız vardı. Ne söylesen karşı çıkardı. Söze de hep şöyle başlardı:''Bak ben size daha başka bir şey söyleyeyim mi!' Dinlerdin dinlerdin, ama o 'başka' dediği sözü şöyle görürdün: Mesela sen 'Ali okuldan geldi' demişsen o da sana muhalifliğini göstermek için 'okuldan geldi Ali' derdi. Abartmıyorum inan!''

Birşey söyleyeyim mi! Ama aramızda kalsın, benim yıldızım nedense birçok insana batar. Bir türlü de anlamış değilim senelerdir. Bu meslektaşımıza hastanın birisi saldırmıştı. Dediler ki '2sen gazetedeki köşende bu konuyu işlersen iyi olur.'' Ben de yazmış oluyordum. Birgün yemekhanedeyim. Onunla birkaç kişi yanıma geliyordu. Gazete de ellerinde. Ben de içimden şöyle diyordum... ''Herhalde teşekkür etmeye geliyorlar!'' Önüme gazeteyi koyup ''çok yumuşak yazmışsın, ben de bekliyordum ki adamı yerin dibine batırasın!''

Şaşırmıştım... ''Nasıl yani! Hakaret edecek halim yoktu ya!'' diyordum, ama tatmin olmamıştı. Benim yazıma bir kusur bulacaklar ya!

Hani yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var, o da şu: Özgül ağırlığı beşpara etmeyen böyle insanların üzerini çizeceksin. Derler ya ''baş ağır, kulak sağır!''