Evet, bu başlığı koymaya karar verdim ve yazıyorum. Daha önce de belirttiğim gibi kaldığım otelin penceresinden Cudi Dağı'nı görüyorum ve bu dağın iki ayrı görüntüsünü karşılaştırıyorum zihnimde. Yani gündüz gözüyle izlediğim dağ ve gece gözüyle izlediğim dağ...Haksızlık etmeyeyim, otelin önünden Gabar Dağı'nı da görüyorum, ama o dağa gece hiç bakamadım, yani öyle bir şansım olmadı.

            Gündüzün Cudi'ye bakınca ovadan başlayıp yavaş yavaş yükseldiğini ve de doksan derece dik kayalıklarla o muhteşem zirvesini tamamladığını görüyorum. Benim gibi doğaya düşkün birisi için bu görüntü birtakım çağrışımlar da yaptırmıyor değil yani...Yer yer ormanlık yamaçları görünce oradaki yabani hayat aklıma geliyor. Diyorum ki tavşanlar, tilkiler, sincapların, çeşitli kuşların saadet ülkesi orası... Ya o dik kayalıklara ne demeli! O tip kayalıklara çocukluğumuzda 'kırmıt' denirdi. Tam da gökyüzünün hakimi o muhteşem kartalların yuva yaptığı o kayalıklar... Geçmişe gidip hayalimde o manzarayı canlandırıyorum. Oralara gidilemeyen o terörlü yıllar... Bir de gece balkondan bakınca mukayese ediyorum geçmişiyle şimdiki durumunu... Daha Nuhşehir'deki ilk gecemde balkona çıkıp şöyle bir etrafa bakayım dediğimde şaşırmıştım. O da ne! Dağın yamaçlarından başlayıp zirvedeki kırmıtların tepesine kadar her taraf ışıl ışıldı. ''İyi, iyi, demek ki köylüler köylerine dönmüş'' diye düşünüyordum. Doğrulamak için gündüzün hastanede Nuhşehir'li personele sorduğumda tebessüm ediyordu... ''Yok hocam, o ışıklar kahramanlarımızın üs bölgeleri'' diyorlardı. Bir personel olan Enver ''şimdi oralarda hayvancılık eskiye döndü. Bir de Cudi'de petrol bulundu'' diyerek sevincini dile getiriyordu.

            Elbette soracaksınız ki ilk ağızdan doğruları öğrenesiniz. ''Enver, birgün müsait zamanında seninle Gabar'a gitmek isterim'' dediğimde tebessüm ediyordu...''başım üstüne hocam. Dün Gabar'a gittim. Üs bölgesinde rahatsızlanan bir askeri arabayla alıp geldik. Petrol tesislerinin yanından geçerken öyle sevindim ki! İnşallah bu sayede Nuhşehir'in çehresi değişecek'' diyordu.

            Dedim ya ''artık uzaktayım!'' Ama bu uzaklığı bana hissettirmeyen kalbi güzel Nuhşehir'lileri de burada anmazsam vefasızlık olur diye düşünmden edemiyorum.

            Nasıl anmayayım ki! O hafta sonu otel odamda çay içiyordum ki telefonum çalıyordu: Arayan Enver'di....''Hocam akşam yemeğinde beraberiz, misafirimsin! Seni gelip alacağım'' diyordu. Geliyor ve o restorana yönleniyoruz. Bir ciğerci, en az kırk basamaklı, tünelimsi bir yerden iniyoruz ve ağaçlar arasındaki masalara yöneliyoruz. Kırmızı ve yüksek olmayan taburelere oturuyoruz. Yöresel bir yapı bu ve hoşuma da gidiyor. Garson geldiğinde ciğerleri sipariş ediyoruz. Bu sırada cep telefonuma gelen mesajı dikkatlice okuduğumda gerildiğimi ve yüz kaslarımda ve alnımda kırışıklıklar oluştuğunu anlamış olacak ki Enver de haliyle merak ediyor... ''Hocam hayrola, canın bir şeye sıkılmış gibi'' diye soruyor.

            ''Şu mesaja baksana, cehalet ve kin kokuyor'' diyorum ve gösteriyorum. Bir resim ve altında da şu ifadeler: ''Gabar Dağı'ndaki petrol platformu diye sosyal medyaya verilen resmin aslında Venezuella'daki bir petrol platformunda çekildiği ortaya çıktı!''

            Enver itiraz ediyor: ''Hocam evet bu gabar Dağı... Yani petrol falan yok mu demek istiyor! Kim göndermiş sana?'' Bir meslektaşımdan geldiğini söylemeye utanıyorum o an... Acaba söylesem mi diye ikilemde kalıyorum...

            ''Enver, bir meslektaşımdan geliyor. Büyüklerimiz ne demiş biliyor musun!''

            ''Ne demiş?''

            ''Diyorlar ki bazen okumakla da cehalet artarmış!''

            Seviniyor... ''Kitabın ortasından söylemiş!''

             Bu sırada bir kitapta okumuş olduğumm o edebi cümleler aklıma geliyor... ''Akıllı ve çok cesur olmayan bir adamın yapabileceği en akıllı şey, daha kuvvetli birine rastladığında onun yolundan çekilmek ve utanıp sıkılmadan yolu açılana kadar dönüş noktasını beklemektir!''

            O nefis ciğeri afiyetle yiyip çıkıyoruz. O şiirle sonlandırayım...

            ''Artık uzaktayım!

            O ulvi ana yakışan nedir? Bunu söyleyemem

            O bana bazı güzel anlar bahşetti

            Ancak bunların ağırlığı beni eziyor,

            Ondan kurtulmam lazım

            Bastırılamaz bir hasret beni amaçsızca

            Oradan oraya sürüklüyor

            Geriye dinmez gözyaşlarından başka ne kaldı.

            Sonra son korkunç feryat yükselir.

            Sadık dostlarım,

            Beni burada terk edin, sarp kayalar,

            Bataklık ve yosunlarda yalnız bırakın!''