Günün ilk ışıkları kapı tahtasının aralarından odaya süzülüyordu. Halil henüz yatak içindeydi küçük avludan gelen kısık konuşma sesine kulak verdi. - Aha bu kömürün hepsi de mazırık (marsık). Alırken hiç mi bakmadın? Mangal başında üflemekten nefesim tükeniyor. Körük zaten bozuk. Mazırık dumanından zehirleniriz diye de korkarım. - Hanım; dün sabah Gözlüklünün oraya gelen deve kervanı kömür yüklüydü. Kervancı başı bu çuvalı bana öyle, yani parasız verdi. - Parasız da olsa mangalda bu mazırık nasıl yanacak? Bari biraz tutuşturacak filan olsaydı… - İki damla gazyağı dök, hemen tutuşur. - Dün akşam gazyağını son damlasına varana kadar çıraya (gaz lambası) koydum. Bugün biraz gazyağı alamazsak akşama karanlıkta kalırız. Halil’in ana babasının bu çaresizlik konuşmalarını; içi acıyarak kaçıncı dinlemesiydi… Başucundaki yamalı pantolonu ayağına geçirdi. Küçücük avluya çıktığında babası da sokak kapısından yeni çıkıyordu. Anası umarsız ve üzgün, ama Halil’e sezdirmek istemiyor. - Akşam geç kalma Halil’im… Halil ilkokulu iki sene önce bitirmiş; ailesinin olanakları yetmediği için devamını okuyamıyordu. Küçük sanayi sitesinde çırak olarak çalıştığı işyerine yürüyerek gidip geliyordu. Mesafe iki üç kilometre kadardı. Kendince kese (kestirme) yollar bulmuştu. Yolunun üstünde; Belediyenin çapraz karşısındaki meydandan geçmek hoşuna gidiyordu. Bu meydanda haftada iki defa Pazar kuruluyordu. Bayramlarda da çocuklar için salıncaklar kurulur; çocuklar, rengarenk giysileriyle genç kızlar salıncaklarda çığlıklar atarak eğlenirdi. Haftada bir gün de bu meydanda avrat (kadın) pazarı kurulurdu. Bizim karşı komşu Felek Karı da bu pazarda yer açardı. Halil’in kafasında hep; anasının çilesi dolanıp dururdu. Anasına yardımcı olmak için çareler arardı. Gazocağı denilen icat vardı da Halil onu anasına nasıl alacaktı?.. O sabah yine dalgın, işyerine doğru yürürken birden avrat pazarının ortasında olduğunu fark etti. Sanki bir şey arıyordu. Pazarın içinde şöyle bir iki dolandı. Yaşlıca bir kadının önündeki gazocağını gördü. Evet, aradığı buydu ama nasıl alacaktı… Haftalığı beş liraydı. Ustasından haftalığını biraz artırmasını istemişti, ama cevap alamamıştı. Belki bu hafta biraz artırır diye umuyordu. Cebinde de bir buçuk lirası vardı. Pazarda bir iki tur daha attı. Gazocağı hep duruyordu. Bütün gücünü toplayıp: - Hanım teyze bu gazocağını anama almak isterim, kaç liradır? - Al evlat anan sevinsin. Bak yakayım; iyi yandığını, sağlam olduğunu gör. Dara düşen bir aileden geldi. Az kullanmışlar, içinde biraz da gazyağı var. Aha bu da innesi (iğnesi); memesi tıkanınca aha böyle açmak için. “Gaz ocağını bir iki pompaladıktan sonra çakmakla tutuşturdu” Fiyatı da sana yedi lira olur. Al, ananı sevindir her evlat senin gibi olmaz… - Tamam da benim o kadar param yok. - Ne kadar var? - Bir buçuk. “Yaşlı teyze gülümseyerek” - Çok az paran varmış. Biraz daha biriktirir anana bu ocağın yenisini alırsın. - Ben anamı bugün sevindirmek isterim. Bir buçuk şimdi, haftaya üç, bir sonraki haftaya yine üç vereyim. Fiyat yedi değil yedi buçuk olsun. - Sen bu pazarda kimi tanırsın? - Karşı kapı komşumuz Felek Teyze var ama bugün burada yok. - Tamam evlat, ben Felek kadını bilir severim. Al bu ocağı ananı sevindir. Allah herkese senin gibi hayırlı evlat versin. Şimdi sen bana cebindeki paradan bir lira ver, elli kuruş sana harçlık kalsın. Haftaya iki buçuk, sonraki hafta gene iki buçuk verirsin. Ocak bana beşe gelmişti, bir lira kar bana yeter. Sana da altı liraya hayırlı olsun. Sevincimi anlatmama imkan yok. Güneş iyice yükselmiş saat dokuzu geçmiş olmalı. Dükkanı ben açıyorum, anahtar bende. Ustam inşallah kızmaz diye dua ediyorum. Eve doğru hızla koşuyorum ve nefes nefese kapıya vardım ama kapı kilitli. Halbuki ben anama sarılıp “aha bu gazocağını sana aldım anam” diyeceğim… İşe de geç kalmışım. Çare; bitişik komşudan bizi evin toprak damına geçtim. Dama hep dayalı duran merdivenden inip; gazocağını anam sokak kapısından girince hemen görecek şekilde yerleştirdim, işyerinin yolunu tuttum. Ustam bitişik komşu ile çay içiyordu. Neden geç kaldığımı kısaca anlattım. Bana “aferin, hayırlı evlat” dediler. O hafta ustan haftalığımı yedi lira olarak verdi, ben de teşekkür edip elini öptüm. O gün eve çok sevinçli ve heyecanlı ulaştım. Anamın tepkisini merak ediyordum. Kapıdan girdiğim anda; sanki kapının hemen dibinde bekliyormuş gibi hemen bana sarıldı… Sevinçten ağlıyordu. - Komşu Fatma Gelin yardım etti, ocağı yaktık. Allah sana her şeyi bol versin. Ocakta ilk yemek olarak senin çok sevdiğin mecimekli aşı pişirdim.