Değerli okurlarımız son birkaç haftadır sizlerle ülkemizde hayvancılık sektörünün çekmiş olduğu sıkıntıların yanı sıra TÜİK verileri ve sektörün önde gelen isimlerinin görüşlerini paylaşmaya çalışıyorum.

Ne yazık ki ekonomik krizin etkileri her sektörde olduğu gibi tarım ve hayvancılık sektöründe de ağır şekilde gözlemlenmekte. Sektör belki de en zor günlerini yaşamakta diyebiliriz.

Fiyatlardaki oynaklık, ithalata dayalı üretim modeli ve maliyetlerdeki sert yükseliş çiftçiyi oldukça zorlamaya başladı. 2023’ün henüz başında olmamıza rağmen bu yılın genelinde tarım ve gıda sektörü açısından en çok konuşulacak konular arasına hayvansal mamuller ilk sıralardaki yerini almış durumda.

Yürütülen tarım ve hayvancılık politikası ters teperken yapılan müdahale sektörü rahatlatmak yerine adeta duvara toslattı.

Tarım ve Orman Bakanı Sayın Vahit Kirişci, son dönemde yükselen et ve süt fiyatlarına ilişkin, "Spekülatif hareket gözlemlediğimizin altını çizmek istiyorum. Ne etimizde ne sütümüzde eksiğimiz gediğimiz yok, gerekirse de gerekli tedbirler alınır" diyerek ithalat sinyali verse de geçtiğimiz haftalarda açıkladığımız TÜİK verileri son yılların en düşük süt üretimini işaret ediyor. Bu düşüş bize anaç hayvanların kesime gittiğini, yetiştiricinin artık maliyetlerin altından kalkamadığını açık bir şekilde gösteriyor.

Peki ya hayvancılıkta iddia edildiği gibi spekülatif bir hareket mümkün mü? Pek mümkün değil. Çünkü TÜİK verileri bize gösteriyor ki, büyükbaş hayvan işletmelerinin % 95’inde hayvan sayısı 49 baş ve altında seyrediyor. Yani üretici çok küçük ölçekte kalmış durumda.

Bugün et ve süt fiyatlarının sebebi de sorumlusu da spekülatif hareketler değil, hayvancılıkta izlenen yanlış politikalardır.

O yüzden fiyatlardaki yükselişin nedeni ve sonucu üzerine sektörün önde gelen isimlerinin sormuş olduğu 3 önemli soruya yanıt aramak lazım.

1- Yapılan müdahaleler ile üreticinin girdi maliyetlerini frenleyebildik mi?

2- Teşviklerle üreticinin maliyetini düşüremesek bile verimini artırarak eksiğini karşılamasını sağladık mı?

3- Bu ikisini yapamasak bile tüketiciyi korumak adına üretici fiyatlarını baskılarken aynı üreticinin zarar etmemesi ve üretimini sürdürebilmesi için bir ek destek politikası hayata geçirdik mi?

Şimdi bu üç sorunun cevabına bakalım.

Tarım-GFE’ye göre, Kasım 2022 itibariyle yem maliyetleri son 1 yılda yüzde 128 arttı. Geçen yıla göre, enerji maliyeti yüzde 172, gübre fiyatları yüzde 143 yükseldi. Bunun yanına işçilik ve diğer giderleri de eklediğinizde işletme giderleri son 1 yılda üç haneli şekilde artmaya devam etti.

Hatta aralık sonunda hükümet tarafından karma yemde yüzde 5’e varan indirim ve nisan ayına kadar yem fiyatlarını sabitleme açıklamalarına karşın yılbaşından bu yana çeşidine göre değişmekle birlikte yem fiyatlarına yüzde 8-9 oranlarında yeni zam gelmeye başladı. Dolayısıyla üreticinin girdi maliyetleri frenlenmedi.

İkinci sorunun yanıtı ise;

Türkiye’de laktasyon döneminde ortalama inek sütü verimi hayvan başına 3.100 litre seviyelerinde. Avrupa’da ve ABD’de bu rakam ortalama 7.000 litrenin üzerinde.

Karkas et tarafında ise Türkiye’nin ortalama verimi 285 kilogram civarında. Yine diğer ülkelerde ortalama karkas et verimi 400 kilogramın üzerinde. Yani teşviklerinde yeterli gelmediği anlaşılıyor.

Üçüncü ve son sorunun yanıtına gelecek olursak;

Ulusal Süt Konseyi’nin (USK) en son Ekim 2022 itibariyle 8.50 TL olarak açıkladığı çiğ süt tavsiye fiyatına ek olarak destek prim miktarı litre başına 50 kuruş ile sınırlı kaldı. Dolayısıyla mevcut destek prim miktarı üreticinin derdine derman olmadı.

Hayvancılıkta et, süt ve yem denklemi bozuldu. Sektörün tüm dinamiklerindeki yükseliş önlenemeden devam ediyor.

Genel seçim tarihi yaklaştıkça hükümet kanadı her ne kadar önlem almaya çalışsa da şu ana kadar başarılı olabilmiş durumda değil.