Koşmaya ilk başladığım yıllarda performansı saatimdeki rakamlarla ölçüyordum. Nabız, tempo, kilometre… Hepsi önemliydi ama zamanla şunu fark ettim: Koşuda asıl belirleyici olan şey ekranda değil, bedenin içinde gizliydi. Nefes.

Başlarda en çok zorlandığım konulardan biri nefes kontrolüydü. Nefes almak insan için son derece doğal bir eylem olsa da, koşu sırasında onu doğru kullanabilmek öğrenilmesi gereken bir beceri. Nefesim kontrolsüz hızlandığında sadece bacaklarım değil, zihnim de yoruluyordu. Ritmi kaybediyor, koşunun keyfi azalıyor, performans da bununla birlikte düşüyordu.

Zamanla basit bir ölçüt geliştirdim: Koşarken rahatça konuşabiliyor ya da bir şarkıyı mırıldanabiliyorsam, nefesim ve tempom uyum içindeydi. Nefesin hızlanıp düzensizleşmesi ise vücudun yeterince oksijen alamadığının açık bir sinyaliydi. Bu farkındalık beni nefesi bilinçli olarak çalışmaya yöneltti. Bunun açıklamasını yüksek lisans yaparken öğrendim 'talk test' metodu...

Bir süre sonra adımlarla uyumlu ritmik nefes tekniğini denemeye başladım. Özellikle üç adımda nefes alıp iki adımda nefes vermek, temposunu kaybettiğim anlarda beni yeniden dengeye soktu. Yorulduğumda ise hızı zorlamak yerine tempoyu düşürüp nefesi uzatmanın çok daha sürdürülebilir olduğunu deneyimledim. Benim için hızdan önce gelen şey artık nefesin devamlılığı oldu.

Bu sürecin benim adıma en somut göstergelerinden biri VO₂max testiydi. Ankara’da, Türkiye Olimpiyat Hazırlık Merkezinde yaptırdığım bu test, düzenli ve planlı şekilde antrenman yaptığım bir döneme denk geldi. Sonuç 64.5 çıktı. Elbette tek bir rakam her şeyi anlatmaz ama o gün kendimi son derece zinde, güçlü ve dengede hissettiğimi çok net hatırlıyorum. Nefesim beni taşıyor, zorlanma anlarında bile kontrolü kaybetmiyordum.

Bilimsel araştırmalar da aslında bunu söylüyor: Dayanıklılık sporlarında nefes yalnızca oksijen alıp vermekle sınırlı değil; yorgunluk algısını, odaklanmayı ve performansın sürdürülebilirliğini doğrudan etkileyen bir faktör. Nefes ile adım ritmi uyumlandığında, beden daha ekonomik çalışıyor ve koşu daha uzun süre devam ettirilebilir hâle geliyor.

Bugün geldiğim noktada şunu net biçimde görüyorum: Koşuda ilerlemenin yolu sadece daha hızlı koşmaktan geçmiyor. Asıl gelişim, bedenin verdiği sinyalleri duymayı öğrenmekle başlıyor ve bu sinyallerin başında nefes geliyor. Nefesini yönetebilen bir koşucu, temposunu da zihnini de daha iyi yönetiyor. Bu yüzden nefes, benim için artık bir teknik değil; koşunun kendisiyle kurulan en sade ve en dürüst iletişim biçimi.