O sözü çok severim ve yeri geldiğinde de kullanmaktan çekinmem. Ne diye çekineceğim ki! Zira bu sözde bir hayat dersi gizlidir ve o sözü hatırlatır.

Hani eskiler bakışlarını sana diker ve o söze ağırlık ve anlam katmak için sağ elini de havaya kaldırarak ''evladım her sakallıya dede deme'' der ya... Veya bir başkası da daha değişik bir ifade tarzı ile o hayat dersini şu şekilde söyler: ''Her hıyar satanın arkasından bir avuç tuz alıp da seğirtme evladım!'' Nasıl? ''Seğirtme''nin ne anlama geldiğini bilmiyorum mu diyorsunuz! Biliyorsunuzdur da yöresel bir terim olduğundan yine de açıklayayım: ''Hızlıca koşmak'' anlamına gelir seğirtmek...

Bunlar halkın sıkça kullandığı terimlerdir. Seneler önce doğduğum beldeye bir ziyaretim olmuştu. Belki 15 yıldır gitmemiştim. Hani halk arasında ''burnumda tütüyordu'' derler ya, bende de o duygular kendini göstermişti. Arabamla o üçyüz metrelik vadiyi tırmanıyorum.  Yollar dönemeçli ve keskin virajlar var. Aylardan Temmuz... Bir çiçek kokusu yayılıyor ki çevreye! Niyetim her virajda durup etraftaki o güzel havayı ciğerlerime çekmek, taşların üzerine oturup kuşların ve karşıdaki şelalenin sesini dinlemek... Zira bu topraklarda çocukluğum gizli...Hani o şarkıda diyor ya... ''Bana herşey seni hatırlatıyor!'' Bana da baktığım her vadi çocukluğumu hatırlatmaktaydı o an...Yanıma da yaşlı bir amcazadeyi almışım, kilolu mu kilolu... Ben her virajda inip iki elimi göğsümde birleştirip buğulanmış gözlerle çocukluğumu arıyorum bu kırlarda. Demek ki amcazadenin sabrı taşmış olmalı ki birden arabadan başını çıkarıp sesleniyordu: ''Canım amma da ubandın, ne var! Allahın kayalıkları! Hadi gel bir an önce köye varalım!'' Birden tebessüm ediyordum ve senelerdir duymadığım, daha doğrusu hafızamdan silinmeye yüztutmuş o klimeyi duyunca! ''Ubanmak...'' Yani ''boş yere zaman harcamak, gereksiz meşguliyet'' anlamına geliyordu bu kelime...

Nerden nereye geldim banın yine! Halbuki başlıktaki o özdeyişi hatırlatıp oradan ''algı operasyonları''nı yazmaktı niyetim... O gün öğle arasında bizim Erman'ı arıyordum... ''Gel, gidip o kafede birer kahve içip sohbet edelim'' diyordum. Geliyordu...Kahvelerimiz geliyor ve Erman kendisine gelen o itici mesajı gösteriyor. İsminin önü hayli kalabalık bir Jakoben Efendi adeta kin kusmakta...Hem de deprem gibi büyük bir felakette adeta kardeşliğe dinamit atıyor. ''Erman'' diyorum, ''böylelerinin görevi efendilerine hizmet etmek. Baksana adam habire hakaret ediyor. Bu ruh hali nedir biliyor musun?''

''Nedir?''

''Hani 'tükenmişlik sendromu' dedikleri bir sosyolojik gerçeklik var ya! Adam acınacak haldeki bir zavallı olduğunun farkında değil! Hani savaşta kurşunu biten bir asker karşı tarafa beddua eder ve sırtını duvara dayar ya!''

Gülüyor... ''Bak'' diyor, ''ben onlara raf ömrünü tamamlamış zavallılar diyorum. Yani eski tüfekler derler ya... Senelerce halka dayattıkları köhne fikirler kabul görmeyince adam cinnet geçiriyor adeta!''

''Bak'' diyorum, ''ben sana daha enteresan bir şey söyleyeyim mi!''

''Söyle!''

''Adam diyor ki İncil'de yazılı dünyanın yedi büyük kilisesi bile Anadolu'da, buna rağmen geri kalmışız!''

Katıla katıla gülüyor...İnanası gelmiyor...''Yemin olsun, işte de paylaşımı'' demek zorunda kalıyorum. Bakıyor ve acı acı tebessüm ediyor.

Kahvelerimizi içerken takılıyorum ona... ''Bak'' diyorum, ''ben halkımı yazarım hep. Gel sana bugün poliklinikte yaşadığım bir güzelliği anlatayım!''

''Merak ettim!''

''Polikliniğe 75 yaşında bir erkek hasta geldi, yanında da 40 yaşlarında bir bayan. Adamın kızıymış. Prostattan şikayetleri var. Rutinlerini istedim, ultrasonografinin de geç bir zamanda çekilebileceğini söyledim. Kızı hemen atıldı... 'Ama babam burda misafir, on gün sonra memlekete gidecek'...Nereye diye soruyordum.''

''Kastamonu'da oturuyor babam!''

Bir espri yapayım diyordum. ''Yani 'kastın neydi Moni'yeye' bir süreliğine gitmesin dediğimde bayan bir şey anlamamıştı. Bir bana baktı, bir de babasına... Babası tebessüm ediyordu. 'Kızım hocam espri yapıyor. Hani Kastamonu'nun adı oradan geliyor ya. Hani kastın neydi Moni'ye  diye bir söz vardır ya! Sen bilmiyor musun?''

''Hocam'' diyordu kızı, ''sayenizde öğrenmiş oldum şehrimin adının nerden geldiğini!''

''Bunun hikayesini isterseniz anlatayım' dediğimde ikisi de onay veriyordu.

''Yaygın bir rivayete göre Kastamonu'nun Türkler tarafından fethi sırasında Bizans Tekfuru'nun güzel kızı Moni, yakışıklı Türk kumandanına aşık olur ve dadısı vasıtasıyla bunu kendisine bildirir. Uzun müddettir kaleye giremeyen kumandana kalenin anahtarlarını gizlice gönderir. Ve Türkler'in aniden kaleye girdiğini gören tekfur, bunun kızının ihaneti olduğunu anlar ve kızını kale burçlarından aşağıya atar. Bunun üzerine aşağıdan Türkler sitem tarzında 'kastın neydi Moni'ye' diye bağırırlar tekfura. Bu söz önce askerler arasında, daha sonra da halk dilinde söylene söylene Kastamonu şeklini alır!''

Hasta ve kızı tebessüm ederek poliklinikten çıkıyorlardı.

Bu yazının başlığını şimdi tamamlayayım bari... ''Akılları pazara çıkarmışlar, herkes kendi aklını beğenmiş!''

Son söz: ''Miadı geçmiş kişilerin satmaya çalıştıkları olmayan akıllarını ben masamın altındaki çöp kutusuna atıyorum. Atıyorum ama bizim temizlik personeline de oldukça fazla iş çıkıyor bu arada!''