Yani derler ya ''demir tavında döğülür!'' Veya diğer bir deyişle ''bugünün işini yarına bırakma!'' Aynen öyle...O neşe konserine davet edilirken aklıma koymuştum: ''Ahde vefa gösterip bu konseri köşemde yazacağım!'' İçimdeki ''öteki ben'' de şöyle diyordu: ''Canım kendini çok da matah bir şey olarak belleme! Daha birkaç yıl önce aynı konsere davet edilmiştin ve yazarken şöyle dememiş miydin!:''En zayıf olduğum alan müzik dünyasıdır. Bu konuda kalem oynatırken hep bocalarım. Hani bir müzikal etkinliği yazmaya cüret ederken kırk düşünürüm bu yüzden. Serde rezil rüsvay olmak da var. Yüzüne gözüne bulaştırmak da var!'' En iyi yazdığım konu seyahattir. O kırları, doğayı tasvir ederken adeta bulutlarda gezerim, kedimden geçerim...
            Ve böyle bir şiddetli ruhsal kasırga beni bir yerlere sürüklemeye çalışırken ''öteki ben'' direniyordu: ''Hayır yazacaksın, sen söz vermedin mi yazacağım diye!'' Ve yazıyorum işte. Daha baştan tedbirimi alayım... Gerçi bu beylik ifade genellikle etkinliğin veya yazının sonunda söylenir, ama ben en başında söyleyeyim: ''Sürç i lisan eylersek affola!''
            O gün polikliniğin o kalabalık havasında yarı açık kapıdan içeriye başını uzatan o kalbi dostu görünce hemen kapıya yöneliyordum. Kanun ustası Rıdvan Bey'di o...Azmin elinden hiçbirşey kurtulamaz sözü onda olgunluğunu buluyor desem abartmamış olurum. Zira oldukça yabancısı olduğu bir alana birden hevesleniyor ve azmediyor: ''Ben bu kanun çalmayı başaracağım'' diyor ve kendini ilerlete ilerlete saz heyetine dahil olma başarısını gösteriyor. Bana iki davetiye uzatma nezaketini gösteriyordu Rıdvan kardeşimiz... ''Tamam'' diyordum titreyen sesimle, ''geleceğim!''
            Eşimle konser salonun avardığımızda bir de ne görelim, konserin başlama saatine dahas yarım saat varken salon dolam üzere... Eşime ''iyi ki geç kalmamışız, yoksa yer bulamayacaktık'' diyordum. Ve konser başlarken salonda birçok izleyicinin ya ayakta olduğunu görüyorduk, ya da merdivenlerde oturduğunu...
            Koro ve saz ekibi yerini aldığında değerli şefimiz, kalbi dost Suat hocam sahneye geliyor. Üzerinde ceket yok. Kendine has ince ve nükteli sunumuyla seyircileri selamlıyor. O ince espriyi patlatıyor: ''Tamam'' da diyor, ''hani nerede koronun şefi?'' İki metre ötesindeki sandalyede asılı duran o güzel beyaz ceketini kastettiğini hemen anlıyorum. ''Aa işte buradaymış şef'' diyor ve ceketine uzanıp sırtına geçiriyor. Geçen yılki konserinde de buna benzer bir espri yapmıştı. Hoşgeldiniz konuşmasını yaptıktan sonra ''ben şimdi çıkıp şefi davet edeyim'' demişti ve o beyaz ceketini giyerek sahneye gelmişti. Bu ince espriler elbette seyircilerin ruhunu okşar, ruhlarda samyeli estirir. Değil mi Suat hocam?
            Koroya bakıyorum... Birkaç dost gözüme çarpıyor. Jinekolog arkadaşımız Zeynep hanım da orada... Kendisiyle birçok ameliyat yaptığımız aklıma geliyor ve tebessüm ettiriyor o anılar...Bu organizasyonlar elbette kolay olmuyor. Bir emek istiyor, azim istiyor. Gayret gerek, yılmamak gerek... Tenkit etmek, kusur aramak kolay. Böyle insanlar için hep şöyle düşünmüşümdür: ''Hele bir de sen böyle bir eser ortaya koy!'' Ama yapamaz ki! Birbirinden güzel şarkılar dinliyoruz. Önceki konserde bir elimde defter, bir elimde kalem vardı ve şarkıları, türküleri tek tek not etmiştim. Bu seferse ellerim boştu ve hafızama güveniyordum. O sözü çok severim: ''Zurnada peşrev olmaz, ne çıkarsa bahtına!'' Suat hocam aralarda ince espriler yaparak konsere renk katmaya devam ediyordu. O Diyarbakır konseri ile ilgili espri çok hoşuma gidiyor. Erol Evgin Diyarbakır'a konsere gidiyor. Konserden sonra dostlar diyor ki ''bir restorana götürelim de yöresel yemeklerimizden tattıralım bari.'' Ve restorana gidiliyor. Masada tam bir koyun kellesi... Adam bu manzaraya biraz yabancı demek ki... Koyunun gözleri de canlı gibi öyle bir parlıyor ki...Erol'a bakıp görüyor gibi..Sanatçı duygulanıyor, garsonu çağırıyor... ''Böyle bana bakan iki göz beni rahatsız etti. Valla ben bu şekilde yiyemem. Hem bu tam kelle bana çok fazla gelir. Bunun yarısını getirin ve lütfen gözü de olmasın!'' Garson ''tamam abee!'' diyor ve bir iki adım atıp mutfağa bağırıyor: ''Usta çek bir yarım kelle, ama kör olsun!''
            Yani Suat hocam sanki benim kalbimi okumuşsunuz! Tebessüm ediyorsunuz, farkındayım... Nereden biliyordunuz o tok sesli sanatçının o şarkısını sevdiğimi! Tanju Okan'ın o duygusal şarkısından bahsediyorum. ''Kadınım.'' Nereden buldunuz o sesi! Sanki Karşımızda o rahmetli sanatçı vardı... Mükemmel söyledi yani...
            Aaa! Bakın bir müzik yazısı çıktı! Ben mi yazdım acaba? Bilmem ki becerebildim mi!
            Baki kalan bu kubbede bir ''Neşe-i Muhabbet'' imiş meğer...